14 Ekim 2009 Çarşamba

Askerin Not Defteri

Gündüz esen rüzgardan belliydi sağanağın gelişi... Yağmurun şapırtısını duyar duymaz dışarı attım kendimi. O sırada Wii oynamakla meşgul olan Mr. Niceguy’ı da peşimden sürükledim tabi.

Şimdi pencerenin yanında sıcak çayımı yudumlarken düşünüyorum; neden ıslanmak istedim bu kadar? Yağmurda dolaşmayı oldum olası severdim, peki bu kadar şuursuzca ıslanmak? Belli ki askerde geçirdiğim zamandan bir an hatırlamak istedim yine... Nasıl olsa istediğim zaman eve dönüp bir fincan sıcak çay yapabilecektim kendime. Şimdi Aralık ayında “Askerin Not Defteri’ne” karaladığım bi kaç satırı yazacağım buraya. Bazen yazmak bir şeyleri hatırlamak için en iyi yol...

18.12.2008

Sen, çavuş! Muhabbet etmenin imkansız olduğu bu boktan kulübede iki kişi ile birlikte 15 saat geçirmeye hazır mısın? Merak etme, kimse bu soruyu umursamıyor. Konuşmazsan deliriyorsun. Bunu sen de biliyorsun. Şimdi o saçma muhabbetlere katılmak zorundasın, yoksa anlamadığın dilde konuşmaya başlayacaklar.

Yanındaki askerin zulaladığı telefon çalıyor. Arayan yine o kız. Telefondaki kız, duyduğu sesler ve sözlerle mastürbasyon yapmak isteyen bu askerle saatlerce konuşuyor. En ufak problemini paylaşıyor, merak ediyor, öpücükler yolluyor. Bazen bu insana o kadar iyi geliyor ki...

İşte o an kendi sevgilini düşünüyorsun, seni sevdiğini biliyorsun, mantığın sürekli bunu tekrarlıyor. O sevgisini bu şekilde gösteriyor. Neye yarar! Kalbin kıskanıyor işte! Ağlayamıyorsun utancından, uyumaya çalışıyorsun, için daralıyor. Bu kadar muhtaç olmaktan tiksiniyorsun. Kendini yapayalnız hissediyorsun. Böyle zamanlarda hep yaptığını yapıyor, en değer verdiğin kişiyi arıyorsun. Ona ulaşamamak, mahrum kalmak artık seni sinirlendirmiyor, üzmüyor, belli belirsiz bir sızı bırakıyor. İnanmadığın Tanrı’ya küfürler yağdırıyosun...

Gevrek gevrek sırıtırken karşındaki piyadenin ağzından salyalar akıyor. O an bu adamla yanyana olmaktan tiksiniyorsun, yüce sevgiyi böyle bayağılaştırdığın için kendinden tiksiniyorsun, paketini 1,5 Liraya aldığın kaçak sigaranın acı dumanından tiksiniyorsun... Kendini dışarı zor atıyorsun. O kadar soğuk ki beynine ağrılar giriyor, hiçbir şey düşünemiyorsun. Timini zorla dışarı çıkardığında içlerinden sana ana avrat sövdüklerini biliyorsun, ama ağızlarını açmıyorlar. Korktuklarını hissediyorsun.

Doğu 2’deki yıkık nöbet kulesine geldiğinde artık karakolla aranızda bir bağlantı kalmıyor. Soğuktan telsizin bataryası çalışmaz hale geliyor. Soğuk gerçeklik sana bütün sanal hisleri unutturuyor. Soğuktan uyuşmuş ayaklarınla sendeleyerek yürüyorsun. Ay’ın bir an önce batmasını istiyorsun, böylece zifiri karanlıkta nereye bastığını görmeyeceksin. Bulunduğun yeri unutmayı ümit ediyorsun. Uzaklarda devriyeye çıkmış zırhlı aracın siren sesi buna izin vermiyor.

Hücum yeleğine iliştirilmiş mühimmatları taşıyacak gücün kalmadığında Güneş’in ilk ışıkları geceyi kızıllaştırıyor. Kar maskenin nefes alıp verdiğin yeri buz tutmuş.Yorgun argın timinle beraber karakola dönüyorsun... Her geçen gün daha duygusuz oluyorsun, buraya daha çok alışıyorsun, yanındaki askerlere daha çok benziyorsun. Karakolun kapısından geçerken sen dahil herkesin yüzünde aynı anlamsız ifade. Sonra bir an, sadece bir an aklından sevdiğin geçiyor, işte o an sen diğerlerinden biraz daha fazla üşüyorsun...

Hudut Karakolu
Akçakale/Şanlıurfa

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder